18 Aralık 2010 Cumartesi

Nükleer Enerji Santrallerinin Dünyaya Yayılma Süreci

         1930’lu yıllar basında nükleer teknolojiyle ilgili ilk çalışmalar daha güçlü silahlar üretebilmek amacıyla birçok ülkede başlatıldı. İkinci Dünya Savası sırasında hızlanan araştırmalar İtalyan Fizikçi Enrico Fermi ve arkadaşlarının ABD için ürettikleri; Hirosima’da ve Nagasaki’de kullanılan nükleer silah yaklaşık 200 bin kişinin ölümü ve binlercesinin yaralanmasıyla sonuçlandı.28 Bu dönemden sonra nükleer çalışmalar ağırlıklı olarak askeri alanda nükleer güç ve nükleer enerji yönünde gelişti.

        ABD, 1945’de gerçekleştirdiği Trinity denemesiyle ilk nükleer güç olmuş, ardından, 1952’de İngiltere ile işbirliği içerisinde gerçekleştirdiği Hurricane, 1952’de Mike adını verdigi nükleer denemelerine devam etmiştir.

           Rusya, 1949’da ve 1953’de nükleer denemelerde bulundu. Bu arada Çin de nükleer çalışmalarda diğer ülkeleri tehdit eden güç olmaya başlamıştı. 1953 yılında BM Genel Kurulu’nda “Barış için atom” Programı önerilmiştir. Bu Program ile ülkeler nükleer silahlardan uzak durmaya davet edilmektedir. Bunun karşılığında ise nükleer teknolojinin barışçıl amaçlarla kullanımına yönelik “işbirliği” vaat edilmekteydi. Hatta bu programın takipçisi olarak da “Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu” (IAEA) görevlendirilmişti. Soğuk savaş sebebiyle, 1956 yılında 81 üyenin oybirliği ile onaylanan adı geçen Program islerlik kazanamamıştır.


         Dünyada nükleer güç çalışmaları devam etmiştir. 1957 yılında İngiltere, 1960 ve 1968 yıllarında Fransa, 1964 yılında Çin nükleer çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Ancak Rusya Çin’le ilişkilerinin bozulması nedeniyle ABD ile işbirliği arayışlarına girdi. 1968 yılında “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması” (NPT) imzaya açıldı. Anlaşma, nükleer silahların, bu güce sahip 5 ülkenin dışına taşmamasını öngörmekteydi. Bu anlaşmada Pakistan, Hindistan ve İsrail’in dışında halen 187 ülkenin imzası var. Hindistan Rusya’nın da yardımıyla geliştirdiği nükleer silahını 1974 yılında denedi. Bölgede bir denge oluşturma çabası içinde olan Çin Pakistan’a destek vermeye başladı. 1980’li yıllarda Pakistan’ın nükleer silah yaptığı söylentileri, 1998’de denemesiyle sonuçlandı. İsrail ise, nükleer silah programı konusunda açık vermese de küçük de olsa bir nükleer gücünün olduğuna inanılıyor. Güney Afrika 1980’lerde nükleer silah üretirken, 1990’lı yılların basında nükleer silahlarını söküp NPT’yi imzalamıştır. NPT’yi imzalayan Kuzey Kore, 2003 yılında anlaşmadan çekildi ve 2005 yılında nükleer silahlara sahip olduğunu açıkladı. Irak 1970-90 yılları arasında nükleer silah yapmaya çalıştı ancak I. Körfez Savası’yla bu girişimleri durduruldu. NPT’yi imzalayan Libya ise nükleer silah programı yürütmüş olduğunu, fakat buna son verdiğini bildirdi. İran, özellikle Libya’nın açıklamalarından sonra, IAEA tarafından yakın takibe alındı.


       Elektrik enerjisi üretiminde nükleer santrallerin altyapısı ilk defa 1954 yılı ortalarında başlamış, ticari amaçla gündeme gelmesi ise ilk defa 1964 yılında 3. Cenevre Konferansı ile başlamıştır. 1960’lı yıllar ise nükleer santrallerin sayısının giderek arttığı ve özelliklede 1973 yılında ortaya çıkan ve tüm dünyayı etkileyen petrol krizi nedeni ile nükleer santrallere olağanüstü bir yönelim olduğu görülmüştür. Ancak gelişmiş ülkelerdeki ekonomik durgunluk ve uygulamaya koyulan tasarruf önlemleri ile elektrik enerjisine olan talep önemli ölçüde azalmıştır. Çevre sorunları yaratabileceği endişesi ve nükleer silahların yayılmasına sebep olacağı düşünceleri nedeniyle tahminlerin aksine 1975-1980 yılları arasında nükleer santral siparişlerinde önemli bir azalma görüldü. Özellikle 1979 yılında ABD’de TMI-2 kazasından sonra basta ABD olmak üzere birçok gelişmiş Avrupa ülkelerinde “anti nükleer” gelimseler, nükleer faaliyetleri olumsuz etkilemiştir. 1980’li yılların hemen baslarında sadece doğu bloklarına ait ülkeler dışında tüm dünyada nükleer santral siparişleri durma noktasına gelmiştir. 1982’ye gelindiğinde dünya üzerinde 272 adet tesis kurulmuştu. Ancak, bunca yatırıma rağmen o dönemde dünya elektriğinin ancak yüzde 9’u elde edilebilmiştir. 1983 yılından itibaren nükleer alanda bir hareketlenme olsa da 1986 Çernobil kazası31 ve 1999 yılında Japonya’da meydana gelen Tokaimura nükleer santral kazasında, radyasyon oranının normalin 15 katına çıkması, 10 kilometrelik alanın yasak alan ilan edilmesi ve santral çevresinde yasayan 313 bin kişinin radyasyona maruz kalması sonucu, tekrar nükleer hareketler yavaşlama göstermiştir.

    Bu gelişmelere rağmen nükleer yanlısı Bilim adamları nükleer santrallerin çevre kirliliğine yol açmamaları sebebiyle alternatif olarak görmektedirler. Yani bir anlamda çevre dostu olduğunu iddia etmektedirler. Hatta kömür santralleri yerine kurulması halinde, yılda 4380 kişinin ölmesinin önleneceğini belirtmektedirler.33 Yukarıda verilen örnek bir anlamda nükleer yanlısı bilim adamlarının görüşlerini sarsmaktadır. Sadece Radyasyona maruz kalma sonucu hastalıklar ve ölümler bile bu iddiaları çürütmeye yeterli olacaktır. (Örneğin Tokaimura Nükleer Santral Kazası) Çernobil kazasından sonra ABD, İtalya, İngiltere, İsviçre, İspanya, Almanya yeni bir nükleer santral girişimlerinde bulunmamış, isler durumdaki birçok Santral de kapatılmıştır.
Nükleer santrallerin ülke programlarından çıkarılmasında, ikincil
Etmende maliyetlerinin yüksek olmasıdır.34 Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (IAEA), 1974 yılında hazırladığı bir rapora göre, 2000 yılında dünyada 4500 adet nükleer santralin kurulması planlanıyordu.35 Dünyada Yetmişli yıllarda kurulması planlanan nükleer enerji santrallerinin günümüzde sadece yüzde 9’u, (442) gerçekleştirilmiştir. Birçoğunun da devreden çıkarılması kararı alınmıştır.

    Atom çekirdeğinin parçalanması sonucu ortaya çıkan nükleer enerji, tükenebilir enerji kaynaklarının darboğaza girdiği dönemde bir rahatlıksağlasa da nükleer enerji faaliyetlerde atıkların ve kazaların getirdiği çevre ve Mali külfet, çevre sağlığı ve dolayısıyla insanlık geleceği açısından diğer çevre riskleriyle kıyaslanamayacak kadar büyük bir tehlike arz etmektedir. Bu nedenle konuyla ilgili kararların alınmasında yoğun tartımsalar gündemegelmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder